Sümela Manastırının İnşaası

Sümela tek bir dönemde inşa edilmiş muazzam bir kompleks değildir. Pek çok manastır inşasında uygulanan yöntem Sümela’da da tatbik edilmiş, zaman içinde ihtiyaç duyuldukça yeni kısımlar inşa edilerek manastır kompleksine eklemlenmiştir. Bu nedenle, kurulduğu günden terk edildiği tarih olan 1923 yılına kadar, yaklaşık bin altı yüz yılı aşkın bir süre içerisinde Sümela’da inşa ve yapım çalışmaları bir seyir izlemiştir. Manastır kompleksinin ve içerisini süsleyen fresklerin birbirinden farklı dönemlerde yapıldıkları; mimari, boyama üslubu, taş işçiliği ve yerleşim tarzlarında açıkça görülür. İlk kurulduğu yıllarda, bugün kartpostalları süsleyen orta çağ şatosu niteliğindeki muazzam ön cephe, manastır bölümü yoktu ve daha çok kaya yüzeyindeki oyuklara inşa edilmiş keşiş hücreleri manastır kompleksini oluşturmuştur.

Mağara tapınağın kuzey tarafındaki bölüm, Manastır’ın ilk yerleşilen alanıdır. Burasının ilk inşa edilen kısım olduğu, mimarisi ve fresk özellikleri ile de belirgindir. Mağara tapınak tavanındaki, Meryem ve İsa fresklerinin yüzleri kirpik uçlarına varıncaya kadar tek düzlem üzerinde bütün incelikleri ile gösterilmiştir. Özellikle Mağara tapınak tavanındaki fresklerde, sonraki çağlardaki boyamalarda görülecek olan derinlik, yer kaplama, perspektife bağlı anlatım özelliği, gölgelendirme ve ışık bağlantısı yoktur. Frontal olarak çizilen bu freskler çok daha önceki bir dönemi işaret etmektedirler.

Mağara tapınağın kuzeyinde yer alan, yukarıda açıklanan kısım keşiş hücreleri, şapeller ve çan kulesi labirent benzeri dolambaçlı ara bağlantılarla iç içe geçmiş bir şekilde inşa edilmiştir. Yer yer üç ve dört kat olan bu kısım, yaklaşık yetmiş ve yer yer doksan dereceye varan eğime sahip kaya yüzeyine birbiri üstüne bindirilmiş hücreler şeklinde inşa edilmiştir. En büyüğü yaklaşık üç metre genişliğe, dört metre uzunluğa sahip olan hücrelerin duvarlarına, diğer ön kısımdaki bölümlerde olduğu gibi; mutlaka kitap, mum ve değişik amaçlarla kullanılan raflar ile kışın bu hücrelerde yaşamı imkansız hale getiren soğuğa karşı ısınmayı sağlamak için şömine yerleştirilmiştir. Hücre evlerin hemen her katında apsisi doğuya bakan, iki kişinin aynı anda zor sığacağı büyüklükte şapeller vardır. Bu bölümde bulunan beş şapelin hemen hepsi freskler ile süslenmiştir ve ağırlıklı sahneler, “Meryem Platytera”, “Metamorfosis”, “Anastasis” ve şapel kubbelerinde “Anelipsis”’tir. Şapellerdeki fresklerin üslup ve boyama tarzı, diğerlerine nazaran daha geniş olan çan kulesinin yanındaki şapel hariç, mağara tapınaktaki üçüncü kat fresklerin stili ile benzer özellikler taşır. Dar bir alana gerekli sahnelerin sığdırılabilmesi için boyamalar bazen “A4” kağıdı boyutuna kadar düşebilecek şekilde küçültülerek resmedilmiştir.

En üstte ve kuzey uçta, çan kulesinin yanında yer alan şapel diğerlerinden daha büyüktür ve içerisindeki freskler soluk renkte olarak diğerlerinden daha eski bir dönemin üslup ve boyama izlerini taşımaktadır. Bu şapelin duvarlarındaki fresklerin yapım tarzı ve boyama stili Trabzon’daki Kızlar Manastırı boyamaları ile benzerlik gösterir. Çan kulesinin yanındaki şapelin dış kısmına resmedilen ve muhtemelen erken döneme ait Ortodoks Hristiyan sanatında ölümsüzlüğün sembolü geyik figürü, Manastır’ın ana avlusundan halen görülebilir durumdadır. Figürün başının üst tarafına resmedilmiş olan haleli portre çok az görülebilir durumdadır ve Aziz Eustathios olmalıdır. Benzer sahne Mağara tapınak güney giriş kapısının en üst kısmında da bulunmakla birlikte, burada at üstünde resmedilmiş olan Aziz Eustathios’un bulunduğu bölüm tahrip olmuştur, fakat “Eustathios” yazısı kısmen okunabilir durumdadır. David Winfield; çan kulesinin yanındaki şapelin dışındaki geyik resminin benzerinin, Kapadokya Geyikli Kilise’de de bulunduğunu kaydetmektedir.

Dikkatli bakıldığında, yavrusu ile koşmakta olan geyiği kovalayan yırtıcı hayvanlar da resmedilmiştir, fakat yırtıcı havyanlar çok net olmadıkları için anlamlandırılabilir durumda değillerdir. Arkasına bakar şekilde köpek ile koşarken resmedilmiş olan bu freskin benzeri geyik figürü, çan kulesinin kuzeyinde en uç kısımda yer alan şapelin alt kısmından geçilerek ulaşılabilmesi mümkün olan ve Manastır kompleksinin dışında yer alan Saklı Şapel’e giden yol üzerindeki kaya yüzeyine de resmedilmiştir, fakat bu sahne avludan görülemez.

Şapellerin ve hücrelerin arasında dar merdiven yollar ile ulaşım sağlanmıştır ve Manastır kompleksinin bu kısmındaki yaşam ön cephedeki, geniş odalara, muhteşem balkon ve manzaraya, yatak ve rahatlık imkanlarına sahip lüks yaşamdan büyük farklılık arz eder niteliktedir. İç içe geçmiş hücre evler ve şapeller ile donatılmış bu kısım, keşişler tarafından kullanılmakta idi ve keşişlerin tercih ettiği münzevi, çileci yaşama uygun bir görünüm ve yaşam standardına sahiptir. Zikredilen kısımdaki yapıların, hücrelerin ve şapellerin tamamının çatı örtüsü geniş alanlarda kemerler ile desteklenen beşik tonozdur.

Kompleksin duvarlarının iç kısımları çevrede bulunan ve yontulması oldukça güç taşlardan, ön kısım ile; kapı, pencere kenarları çevrede bulunmayan yontmaya müsait taşlardan inşa edilmiş ve kapı ve pencerelerin üstleri, duvar araları yörede çokça bulunun meşe, karaağaç ve ceviz hatıllarla desteklenmiştir. Küçük pencereler dahil olmak üzere, bina kompleksindeki hemen hemen tüm pencere ve kapıların üst kısımları yontma taştan kemerli olarak inşa edilmiş, kapı sövelerinin süslü olmasına özen gösterilmiştir. Zemin düz taş döşeli iken, kat araları ahşap malzeme ile döşenmişti. Belli alanlar saman, kireç karışımı sıva ile sıvanmış ve yumurta akı ile parlatılmıştır. Özellikle, ön kısmın kuzeyindeki mimari yapı, odaların yerleşimi ve kemerlerle desteklenmesi bariz biçimde orta çağ mimarisi özelliği gösterir. Manastırın ön kompleksi orta çağ mimarisinin özelliklerini taşımaktadır.

Manastır’ın girişinde yer alan su kemerlerinin üstünden su ihtiyacını karşılamak için döşenmiş olan kil borular 36cm uzunluğa sahipti. Birbirlerinin içine geçmek suretiyle döşenmiş olan kil borular, önce yumuşak bir malzeme ile örtülmüş daha sonra Horasan harcı ile kapatılarak toprağın altına gömülmüştür. Suyun borulardan geçiş noktalarına arazi yapısına göre belli mesafelerde dört köşe taştan yontulmuş 25 cm eninde 30 cm uzunluğunda küçük dinlenme tekneleri yerleştirilmişti. Böylece, suyun Manastır’a özelliğini kaybetmeden ulaştırılması amaçlanmıştır. Su naklinde kullanılan kil borular, 1.5 cm kalınlığa sahip olarak, 8 cm çapında idiler. İçleri yivli olarak yapılan borulardan, suyun özelliğini kaybetmeden akması amaçlanmıştır. Bugün yerlerini plastik borulara bırakan Manastır su yolundaki kil boruların ve taş teknelerin etrafa saçılmış kalıntılarını bolca görmek mümkündür. Manastır’ın inşa edilmiş olduğu muazzam büyüklükteki kaya bloğunun yukarı kısımlarına da küçük şapeller ve hücreler inşa edilmiştir. Bu şapel ve hücreler, büyük oranda define avcıları tarafından tahrip edilmiş olmakla birlikte kalıntıları halen mevcuttur.

Kaya kütlesinin Manastır kompleksinden yukarıda kalan kısmı da oldukça titiz bir çalışma ile taş ve arazi kaymalarına karşı duvarlar ile tahkim edilmiştir. Tam girişteki su kemerlerinin yukarısında, dikey olarak yaklaşık 150 metre üst kısımda, yürümeye elverişli ağaçlarla kaplı alanda aşağıya taş yuvarlanmasını ve toprak kaymasını engellemek amacı ile üç set halinde Horasan Harcı ile kuvvetlendirilmiş duvarlar inşa edilmiştir. En alt kısımdan geçen duvarın içinde Manastır’a su taşıyan kil borulardan daha geniş, fakat yine aynı; 36 cm uzunluğa sahip, 10 cm çapında ve 1.5 cm kalınlıkta kil su boruları döşenmiştir. Boruların döşenme amacı kaya yüzeyinden sızan suların, su kemerlerinin üstüne ve daha ileri noktada Manastır kompleksinin içine akmasını engellemektir. Zikredilen döşeli borular ile, yağmur ve kar erimesi sonucu akarsu haline dönüşen küçük ırmakların toplanarak Manastır’ın güney yönünden, su kemerlerinin bitiş noktasından sonra tahliyesi amaçlanmıştır. Kaya bloğunun ayakta durması bir yana, aşağı bakılması bile insana ürküntü veren noktalarından geçen duvarların bu kısımlarını inşa eden ustaların maharet ve cesaretlerine hayran olmamak elde değildir.

Akış meyilleri her iki yöne de elverişli olan kil boruların Manastır kompleksinin bir saldırı esnasında susuz bırakılması ihtimaline karşı yedek olarak döşendiği ihtimali akla gelse de, son noktadan Manastır kompleksinin içine yaklaşık 120 metre uzunluğunda, oldukça dik, doksan derece eğime sahip bir kesit vardır ki, bu kısımdan yukarıda zikredilen kil boruların döşenmesi imkansızdır. Zaten böyle bir su taşıma sistemi ile ilgili herhangi bir kalıntı veya iz de mevcut değildir.

Kaya bloğunun Manastır’ın yukarısında yer alan kısmında çokça mağara vardır ve bazı mağara duvarlarında Horasan Harcı kalıntılarını görebilmek mümkündür. Define avcıları tüm bu mağaraları, duvarlarla kuvvetlendirilen kısımlar dahil olmak üzere, kazarak köstebek yuvasına çevirmişlerdir.

Manastır kompleksinden sonra, kaya bloğunda yürümeye elverişli ağaçlarla kaplı, ikinci alan zirveye yakın bir noktada yer alır. Yakın yıllarda kopan büyük kaya parçaları ve toprak kayması bu bölgenin bir kısmındaki çam ağaçlarını yerinden sökerek tahrip etmiştir. Bugün Ayvarvara’dan, Aziz Barbara şapelinin yanından kolaylıkla görülebilen bu çıplak alanın tam zirve noktasında, eski bir şapel kalıntısı ve ayazma niteliğinde, Hatay’daki St. Pier Kilisesi’ne benzer şekilde bir su kaynağı vardır. Su kaynağı, mağara duvarının hemen alt kısmında, toprağın altından çıkmaktaydı ve bu sudan tasla alındığında azalmamakta, içine su döküldüğünde dışarı taşmamaktaydı ve şapelin içi de çan kulesinin yanındaki şapele benzer özellikleri taşıyan freskler ile süslenmişti. Yıllarca Müslüman ya da Hristiyan, bölgede yaşayan halk tarafından kutsal kabul edilen bu alandan da hastalık ve dertler için derman umulmuş, bez parçaları burada bulunan ağaçların dallarına bağlanmak ya da su gölüne para atılmak suretiyle dilek tutulmuştur.