Sümela Manastırı Nasıl Gezilir?

John Freely Sümela Manastırı’nı, “Kayıp Ufuklar’ın setindeki Tibet Manastırları”na benzetir. Gerçekten de öyledir. Ortaçağ şatosu benzeri güvenli yapısının yanında; konumu ve kartal yuvası niteliğindeki görünümü ile Sümela, dünyaca ünlü Tibet Manastırlarını andıran belki de Anadolu’da ayakta kalmış tek örnektir. Muazzam bir kayanın orta kısmında, uçurumun yamacında, sanki her an aşağı düşecekmiş gibi duran, güneş vurduğunda altın yaldız işlemeli bir kaftan gibi parıldayan, büyüleyici bir yapıdır Sümela Manastırı uzaktan bakıldığında dik bir uçurumun kenarında binbir zorlukla açmış, bin yılların mirasını taşıyan bir vargit çiçeğine benzer. Yanına vardığınızda, bulunduğu sarp noktadan yaşam kaynağı suya ve toprağa ulaşabilmek için doğaya şekil vermiş ve gerektiğinde doğanın şekline uyarak, onunla bütünleşmiş, güneşe ulaşabilmek için hiçbir engel tanımayan, her şart ve zeminde rüzgara ve dondurucu soğuğa, yakıcı güneşe aldırmadan kalemle çizilmiş gibi düz ve dik büyüyen, devasa çam ağaçlarını andırır.

Araçla geldiyseniz, Aziz Barbara şapelini sağınıza alarak, on beş dakikalık rahat bir yürüyüşle Sümela Manastırı’na varabilirsiniz. Ziyaretçiler, yolun bitiminde ilk olarak su kemerleri ve Manastır giriş kapısına ulaşmak için yürünmesi gereken taş merdivenlerin başlangıç noktasında, Manastır görevlilerinin biletçi kulübesi ile karşılaşır. Kulübede bulunan güler yüzlü görevliler, sizi oldukça sıcak karşılar ve biletinizi aldıktan sonra artık bunca zahmete katlandığınız, bu zamana kadar fotoğraf ve posterlerine hayranlıkla baktığınız, Ortaçağ şatolarını aratmayacak azamet ve ulaşılmazlığa sahip, bir dini tesis olmanın yanında; aynı zamanda başrahip idaresinde komünal bir yaşam alanı da olan Manastır’ın içine girmeden önce; şöyle birkaç dakika durarak dinlenmenizi, etraftaki çamların reçine, orman gülü ve çeşitli ağaçların muazzam kokularının karışımından oluşan havasını doya doya teneffüs edebilirsiniz.

Bir metreden daha dar olan oldukça dik taş merdivenleri tırmanmaya artık hazırsanız, dönüş yolundaki ziyaretçilere yol vererek, yavaş yavaş biraz da heyecanla giriş kapısına doğru yola çıkılır. Manastır’ın tek giriş kapsının kaya bloğunda alt ve üst kısmındaki bölümleri; bombeli duvarlarla desteklenerek, kapı haricinden Manastır’a girişin engellendiği duvarların yaklaşık seksen derece açıya sahip bir yüzeye nasıl inşa edildiğini hayranlıkla izlenerek giriş kapısına varılır. Kapıdan iki kişinin aynı anda sığması imkansızdır, bugünkü mevcut demir kapı sonradan konulmuştur ve Manastır’ın orijinal kapısı değildir. Manastır’a giriş kapısı haricinde başka bir yerden girilmesi mümkün olmadığı için, 80 cm eninde, 1.70 cm boyundaki bu dar kapıdan geçilmesi gerekir.

Giriş kapısından hemen sonra, yaklaşık üç metre uzunluğunda, kapı ile aynı genişlikte bir tüneli aşarak Manastır’a girmiş olursunuz. Geçmekte olduğunuz tünelin sol tarafındaki küçük kare boşluk, Manastır bekçilerinin üst kısımdaki gözetleme yerlerine çıkabilmeleri için kullanılmaktaydı ve Manastır’ın güvenliğinin sağlanması amacıyla vadi buradan sürekli gözetlenmekteydi. Karşı yamaçlarda, bu gözetleme noktalarının tam karşısında küçük bir şapel vardır ve muhtemelen zikredilen şapeldeki keşişler ile Manastır bekçileri özellikle geceleri vadideki emniyet durumu hakkında bir şekilde haberleşmekte idiler. Tünelden sonra, Manastır kompleksinin iç kısmı artık tüm güzelliği ile gözlerinizin önündedir.  Manastır kompleksinin içinde; günümüze kalmayı başarabilmiş kısımlar bile sizlere beklediğinizden çok daha fazlasını sunacaktır. Bunun için biraz sabırlı olmalı, yüzyılların ortak mirasını bağrında barındıran, koruyup kollayarak bugünlere ulaştıran Sümela’ya kendisini sizlerin beğenisine sunabilmesi için vakit vermelisiniz. Giriş kapısını ve beşik tonoz örtülü tüneli geçtikten sonra, hemen sağınızda, avluya iniş merdivenleri boyunca peş peşe dizilmiş olan, fakat günümüze kalmayı başaramamış muhteşem manzaralı teras evleri, kütüphane, okuma salonları ve kat tuvaletleri yer alır, fakat bunlardan önce Manastır’a gelen misafirlerin sorumlusu olan görevlilerin odaları “hegumenos” bulunur. Sümela Manastırı’nda örtü sistemi beşik tonoz ağırlıklıdır. Ahşap ve kiremitle örtüldüğü için sadece Manastır kısmının çatısı haçtonoz örtü sistemine sahiptir. Avluya ulaşabilmek için girişte tırmanmış olduğunuz dik taş merdivenlerin aynılarının birkaç fazlasını inmek durumundasınız. Bastığınız merdivenlere dikkat ederseniz, her bir basamağın yılların izlerini üzerlerinde taşıdığını görmeniz mümkündür ve hemen hepsinin orta kısımları, üzerlerine basılan ayaklarda bir toz zerresi bırakmak suretiyle oyulmuştur. Merdivenlerin orta kısmına vardığınızda, sağ tarafınızda kat tuvaletleri ve merdivenin bitim noktasına yakın yine sağda kütüphanenin okuma salonu yer alır.

Bu bölümlerin de örtüsü beşik tonozdur ve sıra kemerlerle desteklenmiştir. Yarım metre kalınlığa sahip duvarlara; gömme dolaplar ve mum, kitap benzeri eşyaların konulabilmesi için raflar yapılmıştır. Yine bu kısımda, her odanın ön cephesinde duvara monte İtalyan şömineler bulunur. Okuma salonunun üstünde yer alan kütüphaneye merdivenle çıkılmaktaydı. Alman gezgin Fallmerayer kütüphanenin 1840’lı yıllarda çok bakımsız olduğundan şikayet etmektedir. John Freely ise; kütüphanenin iç duvarında Komnenoslar döneminden kalma; “Sakın katılma sen de gözyaşlarıma. Nurunun ışığıyla parlıyorsun; Meryem, gafletimin karanlığını dağıtıyorsun” satırlarının yazılı olduğunu kaydetmektedir. Bugün bu yazıya rastlanılmamaktadır. Fallmerayer ve Freely’nin bahsetmiş olduğu kütüphane olarak kullanılan kısmın keşiş hücrelerinin yanındaki bölümde olması kuvvetle muhtemeldir. Bu dönemde kütüphane keşiş hücrelerinin yanına taşınmış ya da Fallmerayer’in söylediği gibi hücrelerin yanında ek bir oda kütüphane olarak düzenlenmiştir. Merdivenlerin bitiş noktasında, sağ tarafınızda içeri doğru bombeli beşik tonoz örtülü yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğe, bir metre derinliğe sahip boşluk bir küçük odacık mevcuttur ki burasının depo olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Sümela’nın su değirmeni, asfalt yolun sonunda, solda ırmağın yaklaşık 200 m yukarı kenarında yer almakdaydı. Değirmenin kalıntıları halen buradadır. Merdivenlerin bitiş noktasında, artık avluya varmışsınızdır ve Mağara tapınağın sanat galerisi güzelliğindeki freskleri sizi kendilerini incelemek üzere çağırmaktadır. Fakat önce sol tarafta yer alan iki katlı mutfağı, içindeki bir buçuk metre derinliğe, iki metre ene sahip ekmek fırınını ve yemek pişirmek için kullanılan ocağı ziyaret etmelisiniz. Fırının inşasında kullanılan yapı malzemelerinin bir kısmı delikli, diğer bir kısmı da deliksiz tuğladan oluşmaktadır. Delikli tuğlaların kullanımı fırının yakın yıllarda tamirat geçirdiğini göstermektedir. Çünkü delikli tuğla yakın çağın bir buluşudur ve yapılarda yaygın kullanımı yakın dönemlerde başlamıştır. 30 Mutfağın kapısından girerken, başınızı eğmek zorundasınız; çünkü nimete saygı gösterilmesi manastır yaşamında büyük önem taşır. Ocak duvarlarına yapışarak kasvetli bir görüntü veren katranımsı renkteki duman lekeleri, buradaki yaşam hakkında bir fikir verir niteliktedir. Mutfağın hemen yanında kiler ve ilgili müştemilat binaları yer alır. Bunlardan sonra sizi ön cephesindeki Türk mimari motifleri ile Manastır’ın su kuyusu, ayazma karşılar.

Hz. Meryem'e ithaf edilen manastırların bir özelliği olarak, Sümela’da da bir su kaynağı vardır. Kil borularla Manastır’a taşınan suyun toplandığı yer olan Manastır Ayazmasına aynı zamanda üzerindeki kaya bloğundan yaz kış üçer, dörder damla halinde su damlacıkları düşer. Pencerenin denizlik taşında, içeriden su çekilirken kovaların bağlı oldukları iplerin bıraktığı izleri görmek mümkündür ve ip izleri ayazmanın ne kadar uzun süre kullanıldığı konusunda ziyaretçilere fikir verebilir niteliktedir. Ayazma, kutsal kabul edildiği için uzun süre yöre halkı buradan şifa ummuştur. Dilek tutmak isteyenler kadim bir geleneği devam ettirerek, halen ayazmaya madeni para atmaya devam ederler.

Ayazma olarak isimlendirilen su kuyusunun hemen bitişiğinde, Allah’a adanmış münzevi yaşamın canlı bir örneği, büyük kısmı kayanın içine oyulmak suretiyle inşa edilmiş olan Manastır’ı yöneten başrahibin üç kişinin içine zor sığabileceği büyüklükteki odası yer alır. Oldukça mütevazi döşenmiş olan odanın batı yönünde taşa oyulmuş bir sedir, Kuzey, Mağara tapınak yönünde küçük bir şömine, kitap ve mum rafları bulunur. İki kattan oluşan bu hücremsi yaşam alanının üst katına portatif bir merdivenle çıkılıyor olmalıdır, çünkü bugün üst kata çıkmak için merdivene ihtiyaç vardır. Başrahibin odasından çıktıktan hemen sonra, güney kapısının üzerindeki “Meryem’in Ölümü” sahnesinin altından geçerek Anakaya kilisesine girilir. Mağara tapınak olarak da bilinen bu kısmın, orta noktasındaki yüksekliği yaklaşık beş metredir. Öğleden önceleri içi tamamen aydınlık olan, aydınlığın yerini loş bir ışığa bıraktığı öğleden sonraları ise, Mağara tapınak sizi kasvetli bir hüzünle karşılar.

Tamamen doğal bir mağaraya inşa edilmiş olan mezkur tapınma kısmı, Manastır’ın en eski bölümleri arasında yer alır. Doğal bir Mağara tapınak olmakla birlikte, yüzyıllar boyunca içinde çalışıldığı belli olan bu kısım, düzenli olarak inşa edilmiş merkezi planlı bir kiliseyi aratmayacak düzene ve mimari düzenlemeye sahiptir. Mağara tapınağın içi ve dışı tamamen fresklerle nakış nakış işlenmiş, İncil’den, Eski Ahitten ve Azizlerin yaşamlarından alınan sahneler tüm iç ve dış duvarlar ile, tavana çevrimli öyküleme dikkate alınmadan resmedilmiştir. Freskler belli bir dönemde yapılmadığı için çevrimli öykülemeye ya da kronolojik sıraya uyulması zaten pek mümkün olmamıştır. Her fresk sahnesi yaşayan bir tarih gibi günümüze tanıklık etmektedir ve tüm detaylar düşünülerek oldukça ayrıntılı bir şekilde resmedilmiştir. Tüm tesiste temel yapı malzemesi olarak Horasan Harcı’nın kullanılmış olması sayesinde, freskler canlılıklarını koruyabilmiş, duvarlar binyıllık zorlu şartlara rağmen ayakta kalabilmiştir. Giriş kapısının tam karşısında altın yaldızlı bir sahne, “Theotoks Enthronos”, “Meryem, İsa ve Tanrı” üçlemesi resimleri yer alır. Şayet hava güneşli ise ve siz üşenmeyip Mağara tapınağın batısında, 40 cm yükseklikteki setin güney ucuna giderseniz, yukarıda zikredilen altın yaldızlı sahnenin parıldamasına şahit olur, dini inancınıza göre Meryem’in size baktığı hissine kapılabilirsiniz.

Batı yönündeki bu duvarın üstünde iki kat fresk katmanı görülür, en üst katman oldukça güzel bir şekilde canlı renklerle işlenmiştir. Bir alt katmandaki çentikler bizatihi ressamlar tarafından bir sonraki katmanı daha iyi tutturmak için simetrik olarak açılmıştır. Zikredilen duvarın arkasındaki karanlık bölüm, kutsal eşyaların saklandığı oda diakonikon olmalıdır ve burasının aynı zamanda Manastır’da eğitim gören öğrencilerin cezalandırıldıkları yer olduğu da rivayet edilir.

Fallmerayer de; mağara kiliseyi, mağara tapınak olarak isimlendirir ve Manastır içinde bulunan herkesin, misafirler dahil olmak üzere, Mağara tapınakta yapılan sabah ayinine katılmak zorunda olduğunu kaydeder. Mağara tapınağın apsisi andıran bombeli Batı tarafında, İsa Peygamberin soy ağacı ve yaşamından sahneler yer alır. Zeminden 40 cm yükseltilerek bu kısımda oluşturulan setin üzerine çıkıldığında, doğu duvarının iç bölümü görülür. Yapılan incelemelerde 13. yüzyıla tarihlenen kilise ön duvarı, karaağaç, kestane ve cevizden yontulmuş hatıllarla desteklenmiştir. Mağara tapınağın en eski fresklerini ihtiva eden bu kısımdaki duvar üzerinde zaman içinde düzenlemeye gidildiği bazı fresklerin belli kısımlarının pencere yerlerinde kalmasından anlaşılmaktadır. Bu yüzdeki en ilginç boyama, İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban ettiği sahnedir.

Kilise apsislerinin doğuya inşa edilme geleneğine uyularak, kaya kovuğundaki doğal mağaraya inşa edilmiş olan Mağara tapınağın doğu tarafına bir şapel eklenmiştir. Şapelin örtüsü beşik tonozdur ve kenarları pencereli küçük bir kubbesi vardır. Apsis kısmı dahil olmak üzere, şapel içindeki freskler üzerinde simetrik çentikler açıldığı için bu kısımdaki sahnelerin çoğunu anlamlandırmak mümkün değildir. İçi ve dışı fresklerle süslü olan ve gezenlere bir sanat galerisinde, fotoğraf sergisinde geziyor hissi veren Mağara tapınağın içindeki ve dışındaki fresklerin temel özellikleri ve ifade ettikleri anlamlar freskler bölümünde detaylı olarak aktarılacaktır. Mağara tapınağın içindeki gezimizi bitirerek, bu sefer doğu şapelinin solundaki kapıdan dışarı çıkalım. Şapelin ve doğu duvarının dış yüzünün tamamen fresklerle bezeli olduğu daha önce söylenmişti, kuzey tarafta üç paralel şerit halinde resmedilmiş olan mahşer sahnesi, mizan, cennet ve cehennem görülmektedir. Tam karşımızda, Manastır’ın diğer şapeli yer alır. Zarif iki sütun üzerine yarım daire şeklinde oturtulan şapel girişinin üzerinde; kaligrafik yazı ile “Kutsal Haç Kilisesi” anlamına gelen “Eclessia Stavrosis” yazısı iki kuşak halinde görülür.

Bu Şapelin de örtü sistemi beşik tonozdur ve beşik tonozun ortasına resmedilmiş “İsa Peygamberin göğe yükselişi”ni anlatan “Anelipsis” sahnesinin işlenmesi muhteşemdir. Muhtemelen içerde yakılacak mumların isini toplamak üzere; şapel tavanına döşenmiş olan kil borular halen görülebilir durumdadır. Hemen arka kısımda, Manastır’ın yemekhanesi ve ilgili müştemilat binaları bulunur. Ön kısmı yıkılmış olan yemekhane restore edilmiştir. Yemekhane daha çok geniş katılımlı toplantılarda kullanılıyor olmalıdır. Çünkü Fallmerayer, Manastır’daki rahip ve keşişlerin birbirinden bağımsız yaşadığını ve toplu olarak yemek yemediğini kaydeder. Oysa, Fallmerayer’in kaydının aksine, manastır yaşantısında, özellikle 12. yüzyıl sonrasında kurumsallaşan geleneğe göre; manastır yemekhanelerinde refrectory başrahip, yardımcıları ve keşişler yemeklerini belli bir düzen içinde birlikte yemekteydiler. Yemeklerde, sessiz durulması ve konuşulmaması kuraldı. Manastır’a gelmiş olan ziyaretçi ve hacıların keşişler ile birlikte yemesine müsaade edilmez, yabancıların ayrı bir yerde yemesi sağlanırdı. Bizans manastır geleneğinin uygulandığı Sümela Manastırı’nda da durum bu şekilde olmalıdır. Fallmerayer’in Manastır’ı ziyaret ettiği 1840’lı yıllarda pek çok kadim geleneğin yanında, birlikte yeme geleneğini de terk eden Manastır rahipleri, artık yine kendisinin de belirttiği gibi, dini yaşamdan ziyade dünyevi işlerle meşgul olmayı tercih etmekteydiler.
Manastır olmanın bir özelliği olarak Sümela, zorlu bir yüzeye inşa edilmiş olmasına rağmen; iç kısımdaki tüm alanlar yaşam mekanı olarak düzenlenmiş, kaya bloğunda çökme tehlikesi olan kısımlar duvarlarla desteklenmiştir. Kapalı olmakla birlikte, yemekhanenin solunda yer alan şapelin önünden geçen yol takip edilirse, keşiş hücrelerine ve bugün ayakta olmayan çan kulesine çıkılır. Selina Ballance, Trabzon’da 1838 yılında inşa edilmiş olan bir kilisenin çan kulesinin Sümela Manastırı’nın çan kulesine benzer şekilde inşa edildiğini, Sümela’nın mimarisinin etrafındaki kilise ve manastırlara örnek teşkil ettiğini kaydetmektedir. Keşiş hücrelerinin büyük kısmı yıkılmış durumda olmakla birlikte, buradaki yaşam hakkında bir fikir verir niteliktedirler. Keşiş hücrelerinin bulunduğu yerde de üç küçük şapelin bulunduğunu kaydedilmektedir. Fakat keşiş hücrelerinin bulunduğu bölümde biri büyük diğerleri küçük beş şapel bulunmaktadır.

Yukarıda zikredilen şapelin önünden geçerek, kuzeye doğru yolumuza devam edecek olursak, Manastır kompleksinin en eski kısmına girmiş oluruz. Seksen ile doksan derece arasında değişen bir eğime sahip olan bu kısım ziyarete kapalıdır. Gerçek Haç şapelinin hemen yanından, dört metrelik beşik tonoz bir tünel geçildikten sonra ulaşılan bu kısım iç içe geçmiş, üç ve yer yer dört kat şeklinde üst üste bindirilmiş keşiş hücreleri, çan kulesi ve şapellerden oluşmaktadır. Üst kısımda bulunan ve oldukça küçük olan şapellerde aynı anda üç kişinin bir arada bulunması imkan dahilinde değildir. En üst kısımda, çan kulesinin hemen yanında yer alan şapel ve hücreler diğerlerinden daha geniştir. Fallmerayer, 1840 yılında yapmış olduğu ziyarette, mezkur şapelin üst tarafında, kayaya oyulmuş, penceresiz geniş bir odanın kütüphane olarak kullanıldığını ve kütüphaneye keşiş hücrelerinin yanından, portatif bir merdivenle çıkılabildiğini kaydetmektedir. Bu kısımdaki hücre ve odaların tümünde şömine vardır ve kütüphanede şömine olmayacağı göz önüne alındığında, kütüphane ya buraya daha sonra taşınmıştır ya da Fallmerayer’in bahsetmiş olduğu kütüphane kısmı, hücrelerin yıkılan ön bölümünde idi.

Hücrelerin pencereleri çok büyük değildir ve şömine ile raf nişleri, Hristiyanlığın simgesi haç ve Museviliğin simgesi altı köşeli yıldız heksagram motifleri ile süslenmiştir. Her hücre aynı zamanda diğerlerinden bağımsız bir yaşam alanı niteliğindedir ve zemin döşemeleri genellikle taş parkedir. Hücrelerin pencerelerinin bir kısmı ana avluya bakarken, kuzeydekilerin pencereleri öndeki Manastır kompleksine bakmaktadır. Hücrelerde göze çarpan lüks yaşamın tek izi ısınmak için kullanılan şöminelerdir ve burada yaşayan keşişler günlerini hemen yanı başlarındaki şapellerde ibadet ederek geçiriyor idiler. İnsan topluluklarından uzak, doğayla ve tanrı ile bütünleşmiş bir yaşam sürmeyi tercih eden keşişler için bu kısımdaki hücreler oldukça elverişlidir. Hücrelerin arasında bağlantıyı sağlayan dar dik merdivenler o kadar iç içe geçmiştir ki, gidiş yönünüze dikkat etmezseniz, dönüş yolunuzu kaybetmeniz kuvvetle muhtemeldir. Bu kısımdaki hücrelerin Keşiş Hücreleri kısmında, çan kulesinin kuzey doğusundaki şapelin aynı kısımdaki diğer şapelden görüntüsü de tavan örtüleri beşik tonozdur ve geniş olan birkaç hücre odanın beşik tonoz örtüsü kemerlerle desteklenmiştir. Zikredilen kısımdaki beş şapelin tümünün apsisleri doğuya doğru inşa edilmiştir ve hemen hepsinin apsis kısmında Meryem Platytera veya Horatu Ahurito sahneleri işlenmiştir.

Zikredilen kısımdaki şapellere ek olarak, yedinci bir şapel Manastır’daki keşişler tarafından herhangi bir tehlike durumunda saklanabilmek amacıyla  özel olarak inşa edilmiştir. Keşişler, Manastır kompleksinden bağımsız, kaya kütlesinin hiçbir yerinden görülmesi mümkün olmayan doğal küçük bir düzlüğüne, kartal yuvası niteliğinde saklı bir şapel inşa etmişler ve burayı da fresklerle süslemişlerdi. Fresklerinin boyanma üslupları belirgin ortaçağ özelliği gösteren saklı şapel, kartal yuvası gibi tüm vadiye hakim, ulaşılması imkansız gizli bir noktada muhteşem bir görüntüye sahiptir. Ulaşılamayacak bir noktada olması sayesinde freskleri oldukça iyi durumda olan şapelin, Batı kısmı yıkılan çatı örtüsü ve duvar molozları ile dolmuştu. Şapelin önündeki düzlükten tüm vadi ve Manastır kompleksi kolaylıkla izlenebilirken, yeterli yiyecek ve içeceğe sahip olunması durumunda ise, güvenli bir şekilde burada aylarca saklanabilmek mümkündür.

Buradaki gezimizi bitirerek, geldiğimiz yollardan, kayma ve düşme riskini göz önünde tutarak dikkatli bir şekilde geri dönersek, yine beşik tonozlu tünelden geçerek Kutsal/Gerçek Haç Şapeli’nin önüne geliriz. Buradan aşağı doğru inen merdivenleri takip ederek üst tarafı bir zamanlar kürsü olarak da kullanılmış olan, diğer bir beşik tonoz örtülü şapelimsi odacıktan geçeriz. Her iki tarafında kapısı bulunan bu küçük şapel de doğu tarafından bir apsise, Mağara tapınak tarafında ise, zayıf bir insanın zorlukla sığabileceği, sonu görülmeyen bir tünele sahiptir. Burası ölümlerinden sonra bir müddet manastırlarda bekletilerek daha sonra defnedilen Manastır ruhbanlarının cesetlerinin saklandığı yer olmalıdır. Bu şapeli geçtikten hemen sonra, avluya çıkan merdivenler tırmanılmadan sola dönülürse, tesisin manastır kısmına geçilir. Manastır kısmı da ziyarete kapalıdır ve buraya geçen ziyaretçiyi ilk olarak Manastır’daki suları toplayıp ön kısımdaki kemerlerin altından tahliye eden su olukları karşılar. Suyun kaya bloğunu zamanla çatlatarak par- çalayacağını çok iyi bilen keşişler, Manastır içindeki suları mümkün olduğu kadar sürdürülebilir bir şekilde ıslah ederek kontrol atına almışlar ve kendi denetimlerindeki kanallara yönlendirmişlerdi.

En uç noktaya doğru gidilirken, solumuza alarak yürüdüğümüz şapelden yaklaşık yirmi metre sonra, Manastır’ın en alt kısmına inen dar ve dik merdivenlerle karşılaşılır. Anakaya kütlesinde suyu toplayarak Manastır’ın dışından tahliye eden kil boruların gömülü olduğu duvarlar yıkıldığı için, bu kısım da kaya kütlesinden gelen yoğun bir su sızıntısına maruz kalmaktadır ve on yıl öncesine kadar yıkılmakta olan duvarlar, restore edilerek ayakta kalmaları sağlanmıştır.  Dar bir koridor halinde aşağı inen merdivenler en uç noktada yer alan kat tuvaletlerinin önünde sona erer. Zikredilen kısımdaki tuvaletler iki kattır ve üst kattakilerin girişinde, vadiye bakan katın zemininden başlayarak insan boyu yüksekliğine ulaşan üst tarafı kemerli bir pencere vardır. Buradan aşağı bakıldığında insan, meşelerin, diğer yapraklı ağaçların açık ve iğne yapraklı çamların oluşturduğu koyu yeşilin gergef misali dokunduğu bir yeşil denizinde kayboluyor hissine kapılmaktan kendisini alamaz. Tüm bu manzaranın muhteşemliğine, vadinin derinliklerinde önüne çıkan taşları köpükleri ile sert darbelerle ana şefkati ile okşayarak binyıllardır akmakta olan Meryemana Deresinin Piksites muazzam uğultusu eşlik eder. Sonbahar aylarında bu yeşil denizi, yerini dalgalı bir kızıllığa bırakır ve ziyaretçilerine farklı bir görsel ziyafet sunar. Alt kattaki kat tuvaletlerinin güneyinde, kaya bloğu oyularak yapılmış, Manastır’ın bu kısımdaki duvarlarının başladığı noktada derin uçuruma bakan açık, bir insanın sığabileceği genişlikte yamuk dörtgen şeklinde bir delik mevcuttur. Tam bu kısımda zindan olarak kullanıldığı muhtemel penceresiz bir bölüm de vardır ki, burada suçluların hapsedildiğini ve duvarın dereye bakan yüzündeki az önce bahsedilen küçük delikten ölümle cezalandırılanların aşağıya atılarak öldürüldüğünü, yakın yıllara kadar aşağı kısımda insan kemiklerinin ve altın yüzüklerin bulunduğu kaydedilmektedir.

Manastır kompleksi kaya yüzeyine oturtulurken, kayaç yapısına göre sağlam kısımlar belirlenmiş, bu kısımlar oyularak duvar yapımına müsait hale getirilmiş ve ön kısımdaki duvarların tümü iç taraflarında yer yer iki metre yüksekliğe ulaşan kemerlerle tahkim edilerek kuvvetlendirilmiştir. Kuzeye doğru dört kattan oluşan odalar yer alır. Zeminden başlayan odaların duvarları yarım metre genişlikte, pencereleri vadiye bakacak şekilde inşa edilmiştir. Alt katlardaki odaların şömineleri diğerlerinden daha büyüktür ve kuzey tarafa inşa edilmişlerdir. Kat aralarında, Manastır’ı çevreleyen ormanlarda bolca bulunan karaağaç, kestane ve cevizden oluşan, yontularak düzleştirilmiş hatıl kalaslar kullanılmış, kalasların üstlerine döşeme yapılmıştı. Diğer bölümlerde olduğu gibi burada da, her odanın duvarına, gömme olarak mum, kandil yerleri ile kitap ve eşya rafları konulmasına özen gösterilmiştir. Bu kısımda, zemindeki odaların tavan örtüsü yığma taştan oluşan kemerli beşik tonozdur. Tam bu kısmın üstünde, en üst katta, ileri doğru çıkma şeklinde önleri açık kemerlerin üzerine oturtulmuş, çatının alt kısmında, yukarıda zikredilen açık pencere biçimli kapının yanında çekme teras yer alır. İçbükey olarak, bombeli bir şekilde inşa edilmiş bir buçuk metre genişliğe sahip teras kat niteliğindeki çekme balkonlar, sekiz göz kemerden oluşur ve yaklaşık on dört metre uzunluğundadırlar. Buradan aşağıya bakıldığında az önce bahsedilen, açıktan koyuya vadi tabanına doğru dalgalanan yeşil denizine düşüyor hissi ziyaretçinin tüm benliğini sarar. Balkon kenarlarındaki duvarlar yontma taştan yapılmıştır ve ağırlıklı yapı malzemesi buz tutmayan, kahverengi kesme sıcak duvar taşlarından oluşur. Bu çeşit kayaç yapısı Manastır civarında bulunmadığı için, yontulmaya müsait duvar taşları Santa Yaylaları taraflarından getirilmiş olmalıdırlar. Bu kısım Manastır’a gelen misafirlerin ağırlandığı bölümdür. 1916 yılında Trabzon’u işgal etmiş olan Çarlık Rusya’nın işgal kuvvetleri komutanı S.P. Mintslov; günlüğünde Sümela ziyaretini anlatır; Mintslov; çekme balkonu ve muhteşem manzarayı tasvir ederek; bu kısmın misafirlere ayrılan bölüm olduğunu teyit eder. Mintslov ayrıca, çekme balkonun çatının altında, uçurumun üzerinden asılı durmuş bir vaziyette geçtiğini söyleyerek, bu balkondan bakarken görünen güzelliği hiçbir şey ile mukayese edemeyeceğini belirtir.

Buradan ileriye, içerisi geniş odalar ile donatılmış olan mezkur kısmın hemen bitişiğinde, Manastır’ın muhteşem balkonları yer alır. Vadi derinliğinde asılmış gibi duran balkonlar, demir kirişlerle ana binaya bağlanmıştır. 1840 yılında Manastır’ı ziyaret etmiş olan Alman gezgin J. P. Fallmerayer’in de konaklayarak hayranlıkla bahsetmiş olduğu balkonlardan sonra, öğrenci odaları yer alır. Kaya yerleşkesine göre odalar; yer yer beş, dört ve giriş kapısının yanlarında üç kat olarak inşa edilmiştir. Bugün yıkılmış olmakla birlikte, üst kattaki odalara çıkmak için kullanılan merdivenlerin kalıntıları ve kapı üzerlerindeki oda numaraları halen görünür durumdadır. İç kısımdaki hücreler ve ahşap asma evler ile birlikte, Sümela’da bir zamanlar yetmiş iki oda olduğu rivayet edilir.

Her iki yandaki odalardan geçiş olmayan balkonlara, teras kattan ve ara bölümlerden geçiş vardır. Kaya kütlesinin doğal şekli üzerine yerleştirilmiş, duvar yapılacak en uç noktalar ince bir mimari hesapla takip edilerek kurulmuş olan muhteşem kompleks bugüne kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Aynı ince işçilik ve mimari hesaplama büyük bir kaya bloğunun tepesine inşa edilmiş olan Kuştul Manastırı’nda da vardı. Bugün Kuştul Manastırı’ndan geriye sadece birkaç metruk taş duvar kalıntısı kalmıştır. Sümela’nın mimarisinde ayrı bir yere sahip olan, Manastır kompleksinin balkonları da, sanki sırf balkon konulması amacıyla dışarı doğru çıkıntı yapmış olan kaya bloğunun üzerine, merkez binadan üç metre kadar ileriye çıkma yapılmak suretiyle inşa edilmişlerdir. Dört kat olan balkonların ilk iki katı yığma taştan oluşturulan kemerlerle ve demir bağlantılarla güçlendirilmiş sütunlar üzerine oturtulmuştur.

Ön cephede, görülmeyen bir zincir demetiyle asılmış intibaı uyandıran balkonların üst iki katının başlıkları süslü sütunlar üzerine yerleştirilmiştir. Balkon zeminine oturan yastık taşları bombeli, üç parça konik olarak düzleştirilmiş ve başlıkları kaba hatlarla yontulmuş üçüncü kat balkonu korint ve iyon başlık süslemeli kemerli sütunlar üzerine oturtulmuştur. Burada da ara bağlantılar, başlıkların hemen üzerinden başlayan kemerler ile başlıkların arasına monte edilmiş demir payandalarla kuvvetlendirilmiştir. Dördüncü kat balkonunun sütun başlıklarının işlemeleri daha çok korint tarzına yakındır ve üçüncü katınkilerden farklıdır. Dördüncü katta da, kenar sütunların başlık süslemeleri aynı iken, ortadaki sütunun başlık süslemesi farklıdır. Kenarlardaki sütunların başlıkları kaba hatlar ile volütlü olarak iyon tarzına, ortadaki sütun ise kıvrımlı süslemeleri ile korint tarzına yakındır. Üç tarafı kemerli sütunlar üzerine oturtulmuş olan balkonların vadiye bakan yüzünde, üç sütun ve iki kemer bulunmaktadır. Kemerlerin yapımında kullanılan ve üzerlerine döşenmiş olan kesme taşlar, düz demir bağlantılarla birbirine bağlanarak kuvvetlendirilmiş, vadi üzerinde bulutların arasında asılı gibi duran balkonların günümüze kadar ayakta kalması sağlanmıştır.

Balkon kemerleri yaklaşık bir buçuk metre açıklığa sahiptir. Ara zeminleri ahşap döşeme olan balkonlardan, rüzgarla nazlı nazlı dalgalanan yeşil denizini andıran vadiyi seyretmek bir ayrıcalık olsa da, büyük bir cesaret gerektirir. Hemen bitişikte, yine dört katlı öğrenci odaları bulunur. Kaya yüzeyinin yapısına göre bu kısım balkonlardan iki metre kadar geri çekilerek inşa edilmiştir. Öğrenci odaları, çatısı ana binadan daha yüksek inşa edilmiş olan kütüphane kısmına kadar devam eder. Manastır’ın kalabalık olduğu dönemlerde öğrenciler ve rahipler bu kısmı ortak kullanıyor olmalıdır. Kütüphaneye avludan konulan portatif merdivenle ulaşılıyordu ve yirmi yıl öncesine kadar  kütüphanenin vadiye bakan duvarının iç bölümünde yarım daire şeklinde kaligrafik yazı ile “Bibliotekha Soumela” “Sümela’nın Kütüphanesi”, yazıtı vardı. Kütüphanenin sonunda okuma salonları ve bitişiğinde kat tuvaletleri yer alır.

Mutfağın önünde yer alan, Manastır avlusundan bakıldığında ön cephedeki odaların avluya bakan duvarlarının ikinci kat hizasına gelen kısımlarında, misafir odalarının bulunduğu kuzey uçtan başlayarak, kütüphane binasının yanına kadar devam eden simetrik hatıl yerleri göze çarpar. Hatıl yerlerinin hemen üstüne denk gelen bölümlerde, duvarın zeminden yaklaşık altı metre yüksek kısmında, gömme biçimde inşa edilmiş olan dolap şekilleri dikkat çeker. Dikkatli bakan ziyaretçiler, kesme taştan inşa edilen ve ortası dikdörtgen şeklinde boş olan bu dolap biçimli kısımların aslında şömine olduğunu anlayabilecektir. Fakat yine de zeminden altı metre yükseklikte, duvarın ortasında şöminenin neden inşa edildiğini anlamlandırmak kolay değildir. Manastır’ın bu kıs- mında, ön cephedeki odalar ile avlu arasında ahşaptan inşa edilmiş asma odalar ve balkonlar vardı ve balkonlar katlar arasındaki geçişleri sağlamaktaydı. Daha önce de söylendiği gibi, bölge kışın çok soğuk olduğu için her odanın ısıtılması, içeride ikamet açısından büyük öneme sahipti. Bu bölüme şöminelerin duvara gömülmek suretiyle yerleştirilme nedeni de ısınma ihtiyacıydı. Şöminelerin, diğer taş duvarla çevrili odalardakilerden farklı olarak dolap şeklinde inşa edilmesi ile ahşap kısımların yangından korunması amaçlanmış olmalıdır.

Kütüphaneden sonra vadiye asılı bir şekilde ağırlıklı ahşap malzemeden inşa edilmiş olan teras evleri ve giriş kapısının yanında daha önce bahsedilen Manastır’a gelen misafirleri karşılama görevlilerinin hegumenos ve muhafızların odaları yer alır. Giriş kapısının hemen önünde yer alan bu kısım, aynı zamanda muhteşem görüntülü teras evlerinin inşa edildiği kısımdır. Manastır’ın su ihtiyacını karşılayan ve dışarıdaki kemerler üzerinden gelerek ayazma olarak da adlandırılan su kuyusuna kadar döşenmiş olan kil boruların kalıntılarını bu bölümün hemen karşısında, giriş kapısının sol üst yanındaki kaya yüzeyinde görmek mümkündür. Zikredilen kısımda da örtü sistemi beşik tonoz ağırlıklıdır ve kat aralarında ahşap döşeme kullanılmıştır. Tüm bu kısımlar ve ahşap yapılar 1937 yılındaki yangında yanarak tamamen yok olmuştur.